Bir kelebeğin kanatlarıyla uçuyorum gökyüzünde. Dinleniyorum böylelikle, yürümekten daha fazla çaba sarfetsem de...
29 Aralık 2011 Perşembe
Manifesto
Sen son sözü söylerken, belki de ben orada olmayacağım. Hiç bir zaman son sözlerimiz olmayacak bizim. Uzay boşluğuna bırakılmış, yer çekimsiz bir çöp gibi havada kalacak hayallerimiz, öylece sahipsiz. Adını koyamadığımız durgunluğun sebebi çıkacak ortaya ve ben haykıracağım bilinmeyen yalnızlıklarımın içinden yine. Ve yine duyulmayacak çığlığım, kapılıp gideceğim kendi yağmurumun seline.. Sessizliğin arasından fısıldayacağım "Hoşçakal..." ve sen her zamanki gibi duymayacaksın.
26 Aralık 2011 Pazartesi
Hakikat
At hadi, fırlat beni gücünün yettiğince uzağa. Ölümden sonra yaşam yok ya, kaç hücrem ölür ki en fazla, sana dokunmadığımda. Daha kaç vücutta yaşatabilirim, soğuk duvarlara yaslanan sıcak bedenini? Kaç kez ölürsün içimde başka bir şehirde, yeniden doğmak üzere?
Gerçekler canını acıtmaya başladığında kabullenmek zorlaşıyor değil mi? Aslında sen de bana hiç gelmedin, tıpkı benim sana gelmediğim gibi. Biz hiç var olmadık, yalnızca yaşadık iki dünyanın arasında; olmayan duyguların, olmayan suretlerini, olmayan bedenlerimizle. Ben aslında hiç gelmedim sana. Sen yanında olmamı istedin, ben yanında olmayı, hepsi bu...
Bir paradoksun anlattığı kadar buradayım ben de. Soruların sustuğu vakit, ben beni hiç görmediğin yerde olacağım, sen gitmiş olacaksın, simitler atılmış martılar doymuş olacak. Ama biz yok olmayacağız....
Gerçekler canını acıtmaya başladığında kabullenmek zorlaşıyor değil mi? Aslında sen de bana hiç gelmedin, tıpkı benim sana gelmediğim gibi. Biz hiç var olmadık, yalnızca yaşadık iki dünyanın arasında; olmayan duyguların, olmayan suretlerini, olmayan bedenlerimizle. Ben aslında hiç gelmedim sana. Sen yanında olmamı istedin, ben yanında olmayı, hepsi bu...
Bir paradoksun anlattığı kadar buradayım ben de. Soruların sustuğu vakit, ben beni hiç görmediğin yerde olacağım, sen gitmiş olacaksın, simitler atılmış martılar doymuş olacak. Ama biz yok olmayacağız....
Uyan
Kaç kanadı kopuk kaybetti yolunu, giderken soğuk bir şehrin boş sokaklarından? Kaç yenilgi anlattı yokluğumu duvarlara?
Televizyon şu sıralar pek tercih edilmez, ama eskiden bir çoğunun tek eğlencesiydi. Özellikle geceleri, tekrar tekrar yayınlanan saçma diziler yerine peş peşe güzel filmler olurdu. Bazıları genelde ilk filmin yarısından sonra uyur, diğer filmin yarısına doğru uyanırdı. İşte o bazıları kendileri filmin sonunu görmediği için, o filmin hiç bir zaman bitmeyeceğine inandılar. Hal bu ki; film çoktan bitmiş, araya reklamlar girmiş, yenileri başlamıştı bile...
Uyumak bir çok gerçeği görmezden gelmemizi sağlayabilir fakat asla durumu değiştirmez. Uyanıp yürümek gerek karanlıkların üzerine, üzerine. Yürüdükçe aydınlanacak yol, yürüdükçe büyüyeceğiz...
Ses
Sesini duyduğumda kanatlarımın titremesinden anlamıştım yalnızca sesini duymakla kalmayıp, sesini içime çektiğimi. İçimdeki sessizliğe akmıştı nefesin başka bir şehirdeki gecenin içinden.
Sesini duyduğumda hayatta oluşumun şerefine kaldırdım kadehimi, üstünden geçip karanlık gökyüzünün Ay'ı aydınlattım...
Sesini duyduğumda hayatta oluşumun şerefine kaldırdım kadehimi, üstünden geçip karanlık gökyüzünün Ay'ı aydınlattım...
21 Aralık 2011 Çarşamba
Çok mu konuştum?
Susmak; konuşmayı bilmemenin diğer adıdır aslında. Boş konuşmamak için susarsın, verecek cevabın olmadığı için susarsın, anlatacaklarına kelimeler yetmeyeceği için susarsın. Çok bilip susanlar da var elbet; ama onlarınki biraz farklı. Onlar susarlar çünkü kovasıyla, sizin küçük bardaklarınızın dolmayacağını bilirler. Onlar da boş konuşmamak için susarlar bir nevi... Bu yüzden susmak marifet falan değildir, bilginler sustu diye cahilliklerinizi sukunetin altına gizlemeye çalışmayın. Ya da devam edin, nasıl olsa buna inanacak milyonlarca küçük bardak var etrafınızda...
19 Aralık 2011 Pazartesi
Sahiplik
Hiç görmediği bir şehre ait hisseder kelebek kendini; yalnızlığını en derin yaşadığı şehri geride bırakıp, ne bulacağını bilmeden uğradığı bir sokağın ortasında, hiç görmediği bir adamla, hiç tatmadığı duyguları yaşarken. Yıllardır oradaymış da sanki, hiç yaşamamış dillere destan şehrin, dillere destan rezilliklerini. Güzel mi bu? Güzel demeye çok uzak, yalnızca yaşanası...
Yaşamak güzel şey doğrusu, hala hissedebiliyorsan uçarken kanatlarında rüzgarı ve biliyorsan kanatlarındaki rengin yalnızca kahverengi olmadığını...
Yaşamak güzel şey doğrusu, hala hissedebiliyorsan uçarken kanatlarında rüzgarı ve biliyorsan kanatlarındaki rengin yalnızca kahverengi olmadığını...
10 Aralık 2011 Cumartesi
Soğuk ve Islak
Bu havayı çok seviyorum, delirmiş, kafası karışmış gibi bir hali var. Hem soğuk, hem ıslak. Gerçeğe daha yakın geliyor bu hava, daha çok hissediyorum iliklerime kadar üşüyünce. Canlanıyor sanki, 'burdayım, varım' diyor. İnsanlar daha bir telaşlı, aheste aheste yürüyen bir ben varım koca caddede. Bir an önce sıcacık evime varmak istemiyorum çünkü, üşüdükçe daha derinlerime iniyorum, yürüdükçe kanatlarıma ulaşıyorum.
Sonra biraz daha üşüyorum, derinlerimdeki çöllerde seni görüyorum. Serap zannediyorum haklı olarak, burada olacağını tahmin bile etmiyordum. Meğer kanatlarım biliyormuş yolunu, ne yaparsam yapayım o yüzden sende alıyormuşum soluğu...
Dumanla Dans
Kendimi soğuğun kollarına bırakmış, damlarken geceye yalnızlığım; simsiyah gökyüzünün altında, aydan çalınmışçasına parlıyordu gölgen. Yüzünü seçemeyecek kadar yorgun ve üşüyordu bedenim. Aniden bir duman dansa kaldırdı dudaklarını. Öyle büyülüydü ki manzara, gecenin bütün soğuğu sigaranın yanan ucundan senin ciğerlerine doluyor, duman ve dudaklarının dansıyla son buluyordu. Unuttum o an seni, geceyi, gideceğim yeri.. Yalnızca dudaklarınla dans eden dumana bıraktım kendimi, sigaran bitti ve ben gittim...
Git
Git, akşam olmadan
Karanlıktan korkarsın sen,
Şimdi gitmezsen sabaha kadar burda kalmak isteyeceksin.
Git, sabah olmadan
Yalnız uyuyamazsın bilirim,
Şimdi gitmezsen beraber uyanacağız senle.
Git, daha fazla yormadan
Sana teslim olmak üzereyim,
Şimdi gitmezsen bir ömrü paylaşacağız senle...
Zamanın Yolu
Hepimizin vardı dünyanın en mutlu insanı olduğumuz anları, hepimiz rastlarız bir kere hatta bir kaç kere dünyanın en iyi insanına. Ama zaman öyle hassas bir yoldur ki en ufak bir manevrada yanlış yola sapıverirsin. Ve bir bakmışsın ki, dünyanın en iyi insanı, o yolda baş düşmanın kesilmiş. "Tanıyamamışm" dersin en başlarda, sonra" benim hatamdı "ya dönüşür pişmalık cümlelerin. Oysa ki hep aynıdır o kişi, sen de öyle. Sadece zaman yanlış yönlere gitmiş, yanlışlara dönüştürmüştür davranışları. İşte o anda, oraya getirdiğiniz herkesi orada bırakıp,yalnız devam etmektir doğru olan. Çünkü yalnız kalmadan, bir yürekte yalnız kalamazsınız...
Kelebek
Uçuşlarıma aşık bedenlerin, ellerine konduğum anda saldırdığı ilk yer kanatlarımdı benim.
Koptu, kırıldı, parçalandı çoğu kez, hatta kendi ellerimle kopardığıma bile şahitim.
Ama ben bir kelebeğim, gökyüzü benim evim.
Dolunay tapınağım, yıldızlar mabedim.
Medet ummayın benden, gökyüzüne aşığım ben.
Kanatlarım her zaman geri geldi, herkes gibi yürümeyi çok denedim.
Nerede, ne zaman, kime, kimle bıraktıysam hep paramparça ellerim.
Hoş, ne yapsam da ben kanatsızlığa değmedim.
Bundandır, çığlığa dönüştü ciğerlerim.
Medet ummayın benden, gökyüzüne aşığım ben...
Bir hayatın anısına..
Sil ve baştan yaz, başa dön yeniden yaz. Yazdıklarını okumadan yırtıp at; at ki söylemek istemediklerin söylenmiş olmasın, yaz ki içindekiler yarınlarına bulaşmasın. Aklın kaıştığında ardına bile bakma. Bir ressamın da söylediği gibi 'Bu sayfada kalan güzel şeyleri geride bırakmak zorunda kalsan da, dolan bir sayfaya yeni çizimler yapmaya çalışma...'
Şükran borcun varsa sakın aksatma, bol bol teşekkür et; hayata, inandığın tanrıya, kaybettiklerine, kazandıklarına, özlemlerine, sevgilerine, acılarına. Unutma, yeniden yaşanacak olan acılar, yaşadıkları için varlar. Güzel bir gün istiyorsan, güzel uyu, güzel giyin, güzel konuş. Sevmediğin komşuna bile iyi günler dile, başkası için güzellik isteyenlerindir güzellikler. Şimdi gülümse, hatta 'Ahhh, keşke o kadar kolay olsa..' de. Değilse bile denemiş olacaksın sadece. Hala satışa çıkmamış gülümsemeler varken, sen de kullan sendekileri. Zira hayat çok kısa....
'BEŞ' kişilik
Hayat; bir çocuğun gözyaşı kadar kısa ve anlamsız, bir kadının gözyaşı kadar derin ve anlamlı... Bazen kaçmak isterken bütün dünyadan, zamanı gelince özlemden yanıyor ciğerlerimiz. Özlemle tanışalı çok oluyor. Öyle uzun ki, bedenimden bir parça gibi artık, öyle büyük ki hayatımdan çıktığı zamanlarda arıyorum o ciğerlerimi dağlayan hissi.. Bir o kadar da seviyorum özlemeyi. Diyorum ki "Özlüyorum, demek ki boşuna atmıyor kalbim. Özlüyorum, demek ki hala 'BEŞ' kişilik yüreğim."
Gitme demek zordur derler ya hep. Gitme diyemeyecek kadar aciz olamaz sevgi diyordum eskiden. Ama ben de gitme diyemiyorum. Zaten zor olanı, daha da zor hale getirmek istemdiğimden diyemiyorum, mecburiyetini savaşını çabanı çöpe atmamak için diyemiyorum... Git, gözün arkada kalmasın, biz iyiyiz, özlemin de hakkından gelecek kadar iyiyiz.
Bazen herkes etrafına görmek istediği gibi bakar, an gelir tüm dünyanın taş tüfek tutup üstüne yürüdüğünü zannedersin. Ailemin yanından taşınıp işe ilk başladığım zamanlarda, gitmemi bekliyorlarmış hemen de bir düzen kurmuşlar diye düşünmüştüm. Artık aralarında olmadığımı, beni unuttuklarını zannetmiştim. Meğer kendi yalnızlığımı onlarda aramışım. Hepsi, birbirlerine bile söylemeseler de her gün, her gece, her akşam yemeğinde sofradaki eksik tabağın yokluğunu yaşadılar, tıpkı benim gibi... Belki de kalabalık ailelerin en kötü yanı da bu. Onca karmaşadan sonra gelen yalnızlık hiç çekilmiyor. Hala yalnız başıma yemek yiyemiyorum, evde yalnız kalmaya tahammül edemiyorum. Öyle zamanlarda hep elimi göğsüme koyup 'BEŞ' kişilk kalbimin sesini dinliyorum. ...
Yalnızlık kolay değil, bunu çok iyi biliyorum. 13 yaşındaki bir çocuk için de kolay değildi, 23 yaşına da gelsen kolay değil, Ha bir de 43 var, ona hiç kolay değil. Ama hayat yalnızlaştırıyor, seçimlerimiz sonunda bizi seçemeyeceğimiz yerlere getiriyor. İşte; yalnızlığına verebileceğim yalnız 'BEŞ' kişilik kalbim...
Hiçlik Savaşları
Sahte bir dünyanın askerleriydik biz. Gölgelerin arkasında varolduğunu zannettiğimiz, olanca karanlığı aşkın kör ettiği gözlerimizin oyunu zannettik. Bütün çabamız hiçliğe açılan kapıları kollamak oldu yıllar boyunca; oysa ki biz de bilmiyorduk o kapıların ardında hiç bir şey olmadığını.
Düştü işte uğruna savaştığımız kaleler, yıkıntıların arasında seni aradım. Çürümüş aşkların kokusu meğer ne kadar mide bulandırıcıymış... Bir daha hiç koku alamayacakmışım gibi sızlıyor burnum hala. Ama herkes bilir, temiz havaya çıktığımda o kokuyu bile hatırlamayacağım..
Huzurluyum, koca bir hiç de olsa kanımın son damlasına kadar savaştım. Bir an bile uyumadım nöbetlerimde. Asla benim hatam olmadı kaybediş. Şimdi eskiden senin de söylediğin gibi "hassiktir git!"...
9 Aralık 2011 Cuma
Şimdi...
Şimdi, ağlamak istiyorum yüreğimdeki bütün zehir akana kadar. Kanatsam diyorum, yalnızlığımı. Sahi ben yalnız mıyım? Ne zaman yalnız kaldım. Kim bilir, belki de hayat sandığım zamanlara yüzümü döneli beri yalnızım.
Şimdi, hani sokaklar boşalır ya karanlık çökünce; o saatlere özeniyor hayallerim. Tüm sokakları boşaltıyorum tek tek. Benim hayalimse bu, bana benzetiyorum. Bakan bana ait olduğunu anlasın diye. Bir bakan, bir daha gözünü alamasın diye... Eski bir binanın isimsiz ziline gidiyor parmaklarım, kapıyı kim açıyor dersiniz?
Şimdi, bir sonraki adımı düşünmüyorum; varoluşa karşı çıkmamak için. Zamanın ötesinde kaç defter eskittik de bu kadar çabuk bulduk gerçekleri? Zamanın ötesine geçemediğimiz ihtimalini hesaba katmıyorum...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)