1 Kasım 2017 Çarşamba

Susuyorum

Ben bu gün susuyorum, o sakin gülüşlerine sığınıp susuyorum. Kaç ömre yarenlik eder susmuşluğum, kaç çocuğu uyandırır düşünden, kaç fesleğen kurutur yapraklarını hesap etmeden, kayıplarımı dizip önüme susuyorum. Geçtiğim yolların hiç bir çıkanı yok hurdalık yaşantının güzelliğine uğrayan. Benimki sadece isyan yazmaya çalışırken içimde çıkan isyanı pekiştirmek. Kesip attığım her budak yeniden filizlenip karşıma çıkıyor sanki sustuğum depremlerin kıyısında. Ben hiç varolmayan masal kahramanlarını daha çok sevdim hep, ne istersem onu giydirip, onu söylettim. Şimdi yine susuyorum karanlığıma...

11 Ekim 2017 Çarşamba

Hırsız

Sadece para çalana mı denir hırsız? Peki ya asla geri gelmeyecek zamanınızı çalanlara ne diyorsunuz? Umutlarınızı, kimliğinizi, sizi siz yapan her şeyi alıp gidene var mı bir yakıştırmanız. Yolların sonsuza uzandığı denklemleri çözmeye çalışmaktan parçalanan nöronların telafisi olur mu bunca gidişten sonra? Gece içine aldığı zaman tüm kaybettiklerini unutabilecek kadar güçlü olsan da giden zamanı asla geri getiremezsin. O yüzden şimdi düşün "ben ne yapıyorum?" Diye çünkü yarın bugün için çok geç kalmış olacaksın...

9 Ekim 2017 Pazartesi

Kapı

Paslı bir bisiklet yosunlu taşlardan örülmüş duvara yaslanmış, yılların söküp aldığı boyalarına inat gıcır gıcır zinciriyle, durmak zorunda olduğu zamanın dolmasını bekliyordu.  Bisikletin yaslanmış olduğu duvar yosun tutmuş, aceleyle yapılmışçasına eğri büğrü yerleştirilen taşları ve harcına kim bilir ne umutlar, ne acılar ne kayboluşlar eklenen çamuruyla dimdik durmuş dünyanın en güzel tablosunu taşıyordu. Bunca kirin içinde olabildiğince nobran duran tablo her dolunayda gizlice buluşup imkansız aşklarını savuşturan iki aşığı anlattığını zannediyordu. Duvarın önünde kim bilir hangi parktan gelmiş, gelirken şahit olduğu tüm günahı, şehveti, kaybolmuşluğu getirmiş koltukları kendisine yapışık rahatsız duran masanın üzerinde yıllarca bıkmadan usanmadan yazılmış, yazıldıkça anlamsızlaşmış, anlamını kaybettikçe yeni kimliklere bürünüp tekrar tekrar yazılmış, birbirini asla tamamlayamayan onlarca kağıt parçası. 
İki duvarın kesiştiği noktada, annesiyle babasının elinden tutmuş parka giden çocuğu anımsatan bir şamdan var tam üç mumu olan. Mumlardan biri çoktan sönmüş yükünü rüzgarlara savurarak. Ama ne aradan çekilmiş ne de ışıktan vazgeçmiş.
Kapının tam karşısında duvarın içindeki ocakta tüm bu zehri tüketmeye yemin etmişçesine cayır cayır yanan ateşe bakmayıp içinin yangınlarına fısıldıyor tüm suçluluğunu. Yanlışlık bu odanın içinde değil, bu odayı var eden bilinç altının bin yıllık dışa vurumu. Elindeki demir çubukla durmadan karıştırıyor korları, birazdan eli yanacak ateşin sıcaklığı zamanın durmazlığına inat Demir çubuktan yürüyüp ellerine yüreğine bulaşacak. 
Ocağın hemen yanında ölü ağaçlardan yapılmış  huzursuz uykuların ev sahibi bir sedir var ne kabuslar ne karabasanlar uğramış şimdiye dek kim bilir. Kim bilir huzuru, sevgiyi ne zamandır tatmamış. Kim bilir ne zamandır bozulmayan örtüsüyle örtecek bir şehveti yok kambur döşeğinin.


Herşeyi, tüm ömrü sığdırmış bu odaya tek eksiği var o da bir kapı. Kim çizer bilinmez bu kapıyı. Açılır mı, açık mı, kapalı mı bilinmez. 

30 Eylül 2017 Cumartesi

Görünmez

Gür toprakların içinden çıkıp gelmiş soğuk diyarların günahına. Günün her saati sakin gülümsemesiyle uzaktan uzağa izliyor aldığım her nefesi. 
Gecenin karanlığına gömdüğüm bir kaç nefret tohumu baş veriyor, korkuyorum büyümesinden. İnatla susuz bırakıp üstüne bastığım topraklarıma kin kusuyor sevgisiyle. Kinimi besliyor kaçamıyorum..
Tüm korku filmleri güneşli güzel günlerde başlar, lanet onları bulmadan önce herkes çok mutludur.Şimdi ben de o güzel günlerin yerini yavaşça yağmurlara bırakırken içim ürperiyor; ya sonunda o lanet beni bulduysa? 


Ciğerim parçalanırcasına koşarak kaçıyorum, uzaklara en uzaklara kaçıyorum. Mola yerlerimden anılar toplayıp, anılarımla birlikte kaçtığım yere geri dönüyorum. Dönüş yolunda çöken gecenin karanlığından yine kaçıyorum. Belki de içimde yaşayan bunca kini taşıyan omuzlarımdan kaçıyorum. Ya da kim bilir sadece beni ben yapan herşeyden kaçıyorum. Ben olmaktan vazgeçip, ben olamayışıma ağlıyorum. Ve yine beni özleyip bir bildiğim olduğuna kanaat getiriyorum; kendime saklanıp, sessizliğime gömülüyorum. En gürültülü şarkıları son ses açıp içimde çığlıklar atan beni saklıyorum...

Sorgu

Kaç günah büyüttük kimliğimizin karanlık dehlizlerinde? Kaç ömre törpü olduk ve törpülendik kim bilir? İstediklerini yapıp yapmamak sana kalmış tabi, peki ya ne isteyeceğine kim karar veriyor? Ben istemiyorum mesela bir gölge gibi takip eden bu düşünceleri, beynime bıçaklar şaplamak istiyorum benden dilendiği gereksiz ilgi için. Ama kendime zarar vermeyi ben de istemiyorum.. 
Bunca karmaşanın içinde var olmaya çalışan varlığını kim yadsıyabilir? 


Bazen keşke duyguları gösteren şekilde tasarlansaydı insan diyorum. Bu kadar riyaya tahammülüm yok. Ona göre şekillenseydi yaşam, keşke saklanmasaydık bu kadar derinlerimize. Utanır mıydı hayal gücümüz sınırları aşıp kurduğu düşlerden?

Kova

Kovayı çeşmenin altına koyup öylece suyun akışını izledim saatlerce. Kova dolmaya başladığında endişelendim. Çünkü artık taşıyabileceğimden daha fazla su vardı içinde. Ama ne çeşmeyi kapattım ne de kovayı aldım. Çünkü ben suyun akışını izlemeyi seviyordum. Öylece sınırları olmadan, dolsa bile durmadan akışını, zamansızlığını, sınırsızlığını seviyordum.  Ve öyle yıllarca izledim sınırsızlığı, zamansızlığı. Hiç aklıma gelmedi bir gün suyun kesilebileceği, hiç düşünmedim kovayı alıp gidebileceklerini. Su akmaya devam etse de kova olmadan suyun, su olmadan kovanın hiç bir anlamı yoktu.