Paslı bir bisiklet yosunlu taşlardan örülmüş duvara yaslanmış, yılların söküp aldığı boyalarına inat gıcır gıcır zinciriyle, durmak zorunda olduğu zamanın dolmasını bekliyordu. Bisikletin yaslanmış olduğu duvar yosun tutmuş, aceleyle yapılmışçasına eğri büğrü yerleştirilen taşları ve harcına kim bilir ne umutlar, ne acılar ne kayboluşlar eklenen çamuruyla dimdik durmuş dünyanın en güzel tablosunu taşıyordu. Bunca kirin içinde olabildiğince nobran duran tablo her dolunayda gizlice buluşup imkansız aşklarını savuşturan iki aşığı anlattığını zannediyordu. Duvarın önünde kim bilir hangi parktan gelmiş, gelirken şahit olduğu tüm günahı, şehveti, kaybolmuşluğu getirmiş koltukları kendisine yapışık rahatsız duran masanın üzerinde yıllarca bıkmadan usanmadan yazılmış, yazıldıkça anlamsızlaşmış, anlamını kaybettikçe yeni kimliklere bürünüp tekrar tekrar yazılmış, birbirini asla tamamlayamayan onlarca kağıt parçası.
İki duvarın kesiştiği noktada, annesiyle babasının elinden tutmuş parka giden çocuğu anımsatan bir şamdan var tam üç mumu olan. Mumlardan biri çoktan sönmüş yükünü rüzgarlara savurarak. Ama ne aradan çekilmiş ne de ışıktan vazgeçmiş.
Kapının tam karşısında duvarın içindeki ocakta tüm bu zehri tüketmeye yemin etmişçesine cayır cayır yanan ateşe bakmayıp içinin yangınlarına fısıldıyor tüm suçluluğunu. Yanlışlık bu odanın içinde değil, bu odayı var eden bilinç altının bin yıllık dışa vurumu. Elindeki demir çubukla durmadan karıştırıyor korları, birazdan eli yanacak ateşin sıcaklığı zamanın durmazlığına inat Demir çubuktan yürüyüp ellerine yüreğine bulaşacak.
Ocağın hemen yanında ölü ağaçlardan yapılmış huzursuz uykuların ev sahibi bir sedir var ne kabuslar ne karabasanlar uğramış şimdiye dek kim bilir. Kim bilir huzuru, sevgiyi ne zamandır tatmamış. Kim bilir ne zamandır bozulmayan örtüsüyle örtecek bir şehveti yok kambur döşeğinin.
Herşeyi, tüm ömrü sığdırmış bu odaya tek eksiği var o da bir kapı. Kim çizer bilinmez bu kapıyı. Açılır mı, açık mı, kapalı mı bilinmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder