19 Kasım 2012 Pazartesi

...

Dünyanın karanlığından kaçmak için kapadım gözlerimi sımsıkı. Öyle koyu kapadım ki kulaklarım bile duymadı karanlığı. Öyle dünyalara açtım ki gözlerimi, ışıklar batıyordu, ışıktan acıyordu bu kez. Kirli bir ses işittim önce, boğazlanan bir yarasanın, koyu çığlığı gibi. Sonra bir şarkı geçti, güzel bir melodiye dönüştü çığlıklar. Ağaçların hangi şarkıyı söylediğini merak ederdik ya eskiden, ağaçların yalnızca senin sevdiğin şarkıları söylediğini öğrendim sessizliğinden beri. Kim bilir daha neler öğreneceğim, neler göreceğim? Sen hiç bilmeyeceksin, hiç ölmeyeceksin benim gibi...


...

Çiçeklerin arasına gizlenmiş arı kovanı gibiydi çıkarlarınız. Ve hep daha fazlasını çalmaya çalıştı insana bile benzemeyen, yalnızca gülen yüzler. Üzerine şeker serpilmiş deniz suyundan başkası değildi oysa var oluş. Ama yetmedi bir avuç şeker okyanuslara. Yetmedi bana gerçekleri gizlemeyen boyalar. Hangi renge boyarsan boya, o kapı hep tahtadan kaldı. Susuyorum ben de artık, inanmış gibi yapıyorum masallara. Şaşırmıyorum. Sadece yarattığınız saçma dünyaya boyun eğiyorum, boynumu koparırcasına acıtsa da...

Yar

Bana beni anlat ey yar! Bana gerek değil senden başkasında ne olduğum. Bırak dünyanın geri kalanını. Bize bizden başkası gerek değil.

Ne olmuşsan, hangi maskeyi takmışsan yar, çıkar at. Bana, düne gösterdiklerin gerek değil.

Sonsuza dek yanımda olma, yarim kalma. Varsa dünyann ölüm diye kuralı, bana yarınlar gerek değil.

Bugün, şuanda hangi sahneye açtıysan perde; layıkıyla oyna oyununu. Perdenin kapanacağı zamanı bile düşünme...