Şarap dediğin öyle sessiz, sessiz içilmez. Gökyüzüne değecek çığlığın her yudumda. Ve yalnız başına kalkışamayacağın yükü taşıyacak içtiğin her yudumda. Sen duymayacaksın, eksildikçe bedeninin ağırlığı düşecek her bir köşesi yalnızlığın. Bilmeyeceksin belki de hiç yorgun özlemlerimin sahipsizliğini.
Şimdi, eğer vaktin varsa o çok sevdiğim mavilerin şarkısını dinle benim için. Ya da boşver, başka bir sevdaya daha karışmasın maviler. Onlar sadece dinlemediğimiz zamanların rengiydiler...
Bir kelebeğin kanatlarıyla uçuyorum gökyüzünde. Dinleniyorum böylelikle, yürümekten daha fazla çaba sarfetsem de...
30 Temmuz 2012 Pazartesi
15 Temmuz 2012 Pazar
Berduşt'a
Bazen susmaktan, bazen konuşmaktan, bazen de uçmaktan vazgeçiyorum. Vazgeçemediklerimi sıralamaya cesaretim yok. Zayıflığımı, kalkanlarımın kırılma noktasını açık etmek işime gelmediğinden belki; belki de konuşamayacak kadar sarhoş olduğumdan. Pamuk tarlasında çıkan yangın kadar yıkıcı, anızları yakmak kadar sabırsızca ve nadasa çekmek kadar toprağı mantıklı. Sonsuza dek yaşamayacağını anladığı anda sonsuza dek yaşayacakmış gibi yaşıyor insan....
Söylemedim
Siyahı bile dalgalandıran ırmakların, isim hanesinden çalınmıştı dünyan. Rengin yoktu, aynalara karışmıştı kimliğin. Soramadım mesela yalanları nerede sakladığını, bunca ağırlığı, pisliği taşıyan boynuna dolaşan nefesime iyi gelen neydi de bilemedim kanlı bir katil gibi gideceğini. Gözlerinin ardındaki karanlığa küçük bir yıldız bırakmak istedim belki sadece, sadece o yolsuz şehirlerin izinde parçalanmasını istemedim tasasız gülüşlerinin. Ben seni istemedim anlayacağın, ben seni senin yargılarından öteye, belki de hiç görmediğin, gecenin karanlığını içen dolunaya taşımak istedim.
Bilemedim o karanlığı istediğini aslında. Bilemedim benim taşıyamayacağım kadar ağırlığın varmış boynunda. Çok derinlerdeymiş köklerin, ulaşamayacağım kadar uzağa bağlıymış ışığın. Ya da sen o karanlığa bağlamıştın da aydınlıklarını benim ışığım yetmedi görmeye senin yıldızlarını...
Bilemedim o karanlığı istediğini aslında. Bilemedim benim taşıyamayacağım kadar ağırlığın varmış boynunda. Çok derinlerdeymiş köklerin, ulaşamayacağım kadar uzağa bağlıymış ışığın. Ya da sen o karanlığa bağlamıştın da aydınlıklarını benim ışığım yetmedi görmeye senin yıldızlarını...
11 Temmuz 2012 Çarşamba
Geçer, geçecek, geçti, geçmiş
Hüzünlü kelepçelere takıldı bileklerim, kedilerin söylediği şarkılardan bile beter şimdi sesim. Derinlerinde uykusuzluk gibi duran üzünçlerin tınısı biraz, biraz da güçlü maskemin kaçağından kurtulmuş çatallık. Duyamıyorum kendi çığlıklarımı, dinlemiyorum kendi sözümü. "Yalnızlığımdan yanlışlara balıklama dalışım." demiştim.
Yalnızca yargılamayı bildiniz, kendi kremalı hayatınızın soluk damlarında, sadece "yanlış" dediniz yaptıklarıma. Ama hiç bir zaman yanlışa sürüklendiğimi görecek kadar yakınımda olmadınız. Şimdi de istemiyorum yakınımda sizleri, şimdi de yalnızlığın çukurundan yine yalnız başıma çıkıyorum. "Geçer, geçecek..." Geçti bile, sadece bu tozu sevmiyorum, yalan hikayelerin altına sakladığım kalıntıların ortaya dökülmesinden rahatsızlığım. Ben de biliyordum hiç bir zaman temizlenemeyeceğini adı bile kendisine ait olmayan ırmakların. Ben de biliyordum aşkı yalnızca kulağımın arkasında görebileceğimi...
Yalnızca yargılamayı bildiniz, kendi kremalı hayatınızın soluk damlarında, sadece "yanlış" dediniz yaptıklarıma. Ama hiç bir zaman yanlışa sürüklendiğimi görecek kadar yakınımda olmadınız. Şimdi de istemiyorum yakınımda sizleri, şimdi de yalnızlığın çukurundan yine yalnız başıma çıkıyorum. "Geçer, geçecek..." Geçti bile, sadece bu tozu sevmiyorum, yalan hikayelerin altına sakladığım kalıntıların ortaya dökülmesinden rahatsızlığım. Ben de biliyordum hiç bir zaman temizlenemeyeceğini adı bile kendisine ait olmayan ırmakların. Ben de biliyordum aşkı yalnızca kulağımın arkasında görebileceğimi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)