19 Aralık 2020 Cumartesi

Salıncak

 Bir ileri bir geri gidip geliyor salıncak düşlerimdeki sen gibi. Geliyor en derinime, en mahrem düşüncelerime sızıyor yılların tanışıklığı kokusunda; sonra aniden çekiliyor sesini nefesi alıp beni benden bile mahrum bırakıyor, üşüyorum.. Yine geliyor ve yine gidiyor. Ben hep aynı yerde, aynı düşlerle çalkalanırken ne gelişine sebep arıyorum ne de gidişini yargılıyorum. Sadece salıncağın ben kalkıp gitmeden durmasını bekliyorum.

Yağmur damlaları söylerken şarkısını salıncağın tentesine; ben adını damarlarıma, yalnızlığıma, gecenin soğuğuna yazıyorum. Sen okumazsın ama ben söylemiş, yağmur dinlemiş, kelebek dinlenmiş olur biliyorum. Gitsem de yağmurun işlediği topraklara minicik anılarımızı bırakıyorum.. Ben söyledim, kalemim de söyledi. Dilim, tenim, gözlerim söyledi şimdi de yağmuru dillendiriyorum.

12 Kasım 2020 Perşembe

.

Nasıl istiyorum bir bilsen beni her şeyimle bilmeni. Tüm çıplaklığım, korkularım, tutkularımla bilmeni. Adını bilen herkesten saklıyorum seni, adını sakladıkça kalbimin derinliklerinde yeniden var oluyor tohumların, yeni yeni hissedişler ekiyor bilinmezlerime. Hiç tanımadığım, asla şahit olmadığım bir girdaba dönüşüp seni düşünüyorum; saatler hatta gecelerce çıkamıyorum dönüşlerimden.

Hayalimin ötesine geçip, benim bile tanımadığım binlerce kelebek uçuşuyor aklımın kapı önlerinde. Yavaşça açıyorum kapıları, ürkütmeden kelebekleri. Dokunmadan yalnızca anlattıklarını dinliyorum, hepsi senin sesinden konuşup beni anlatıyor. Ve uykuya dalarken “Elif” diyor..

2 Kasım 2020 Pazartesi

yalandan bir boşluk

"Dün gece rüyama geldi yalandan bir boşluk göz yaşları içinde. "Neden gelmedin?" diyordu özlemle. Çünkü dedim ben de "Gücüm yok sevgine." ve gittim ilk kez gözümde bittiği yerde. Nasıl bir rüyaysa tam da Yıldız Parkının karşısından küfrederek yürüdüğüm, ölmüş bir bedene ateşle can vermeye çalıştığım, kabullenmenin ne olduğunu anladığım yerde... Tam da bir kadının ne kadar alçalabileceğini, ne kadar  küçük düşürülebileceğini gördüğüm, savunmasızlığın acısını tattığım saatte. 

Yine de yanılmadım işte, çünkü tüm inkarlarına rağmen gerçekti ve söylediğim gibi öyle kalacak. Çünkü biliyorum bu rüyayı ben görmedim, boşluğum geldi kendi isteğiyle geceme.

Adımlarım dağınık, ama ben değilim. Hissettiğim gibi söylüyorum artık. Gizli anahtarların ardına gizlenmeden, öyle açık açık. Saklanması gereken ne varsa hayat çizgimin geçmişinde aldı yerini yarınımı huzura erdirmek için. Ve kalbim; onu da bıraktım rüyaların şehrinde, benden bir anı kalsın istedim kullanmayacağım zamanlara giderken..

Ben hep sessizdim, çığlıklarım içimdeydi hep. Bilirdim ki konuşmayı beceremem, anlatamam konuşarak çığlıklarımı şimdi olduğu gibi burada dertleşirdim, yine de kendi kendime. O yüzden ki ne gürültüye karıştım ne de karıştırdım kimseyi kendime. Ta ki günü gelip de kendi çığlığım beni zehirleyene dek.

O zehir ki kanıma işlerken, benim ölümsüz bir parçam olmuşken, hikayelerime kahramanken bile gerçekti. Hem de öyle bir gerçek ki adının aksine savaşlar ölümler kadar gerçek. Hiç görmediğimiz ama barut kokusundan bildiğimiz adaletsiz dünyanın en büyük adaletsizliği aç bebeklerin ciğerindeki oksijenden çalınmış bir hayat. Öyle bir gerçek ki dünyanın var oluş sebebi sevgi soyutken, dünyanın gerçeği savaşın somutluğu kadar göz önünde.

Bildiklerimi hep yakınımda ol diye kullandım, ama şimdi açık açık söylüyorum, bil diye belki de bildiğinin ötesinde uzaklaş diye. Ayrılık basit olmaz, olamaz. Ya vardır ya da yok. Yaşadıysam ben, yaşıyorsam hala, içindeysem bu hayatın adımın geçtiği her cümle değerlidir ve layıktır sırlara.

Safım hala ben, tertemiz ellerim. Kimsenin kanına değmedim, kimsenin ekmeğini yemedim ve kimse için kendimden ödün vermedim. Sense çöplerin arasında kirlettiğin ellerini üzerime sildin; unutamayacağım, atlatamayacağım bir savaş oldun yaralarını saramayacağım.

"Elif olmak zordur, herkes öyle kolay kolay Elif olamaz." derdin. Zordu gerçekten, yapamadım ben olamadım kalıba koyduğun Elif. Senin hayalindeki, senin tanıdığın ve sana anlatılanları giydirmeye çalıştığın Elif olamadım. 

Benim bildiğim tek ayrılığın üzerinden iki Kasım geçti. Nice 2 Kasımlara şimdi..."

Demiş Kelebek tam 8 yıl önce. Tutmuş sözünü, hayat ona ne getirip sunsa da unutmamış o günü...

31 Ekim 2020 Cumartesi

..

Ben koşar adım dolaşırken dünyayı, ardımda bıraktığım her şey öyle duracak sanmışım meğer. Ben kaçarken imkansızlığından, koşmayı bıraktığım anda yakalanacağımı bilemedim...

26 Ekim 2020 Pazartesi

..

 Kuşlar başının çaresine baksın, ben kedileri hallederim. Siz ağaç kesmeyin yeter..

7 Ekim 2020 Çarşamba

Arınma

Nasıl da özlemişim kendimi, susturmaya çalıştığım kanatlarımı nasıl da özlemişim. Kaç yıl sürmüş kendimden esaretim, kaç asır kaçmışım kendimden saymak mümkün değil.. Kaçmaktan yorulup, kendimi yeniden dinlemeye başlayınca konuşmayı yeni öğrenmişçesine, sabahlara kadar susmaksızın konuştum. Dolu, boş, doğru, yanlış, duygusuz, yalansız öylece içimden geldiğince. Neler neler, ah ne özlemler, ne yaralar buldum umarsız cümlelerimin içinde.
Kim bilir kaç hayat yaşamışım, nerelerde hangi kimlikleri giymişim üstüme. Her soyunduğumda da burada bulmuşum kendimi. Bu bir girdap çırpındıkça beni içine çeken; en aciz duygularla korktuğum, kaçarken en dibine düştüğüm, düştükçe uzaklaştığım, uzaktan baktığımda yaralarıma bir kez daha sarıldığım. Ahh benim güzel yaralarım, beni ben yapan, mükemmele bir adım daha yaklaştıran, bedenimin en güzel yerlerine nakış nakış işlediğim en sevdiğim yaralarım..
Peki ya gerçekten beni, en güzel yaralarımla süslediğim, kaçak gülüşlerimle en ufak şüpheye mahal vermeyecek şekilde gizlediğim, sesimin en çok şakıdığı zamanlarda dilsizleştiğimi gören var mı? Ruhumun nefesiz kaldığı rutubetli koridorlarda kanatlarım birbirine yapışmak üzereyken bile neler anlattığımı duyan, beynimin küçücük hücrelerinde dans eden var mı? Var mı birileri, biri, bir ses, bir nefes? Gözlerimle konuştuğumda çığlığımı duyan, sıcacık sesiyle en derinlerime bakan, aslında hiç var olmayan ve varlığın en başından beri burada olan..